03.01.2016
Cildimiz vücudumuzun aynasıdır. Cildimizin nasıl göründüğü, genel sağlığımız hakkında ipucu verir. Cildimizin rengi soluk veya sarımsı-gri renkteyse; kansızlık, sigara içmeye bağlı oluşan hücre hasarları ve dolaşımın kirlenmesi, beslenme ve metabolizma problemleri olabilir. En önemlisi, böbrek veya karaciğer hastalıklarıyla ilişkili olarak cilt rengimiz bozulabilir.
Cildimizin fazla kırmızı olması, heyecanlı bir kişiliğimiz olduğu anlamına gelebileceği gibi, gastritin veya reflünün habercisi de olabilir.
Ayrıca kan hücrelerinin sayısında veya fonksiyonunda bozukluk olduğu zaman da cildimizin rengi değişebilmektedir.
Ciltte ataklar şeklinde gözlenen kızarıklıklar veya daimi kızarıklıklar, özellikle kırmızı kan hücrelerinin fazlalığı veya bazı hematolojik problemlerde görülebilmektedir.
Bazı cilt hastalıkları gıdalarla ilişkilidir; rozasea hastalığı, baharatlı gıdalar, fazla tüketilen çay, kahve ve alkolle doğrudan ilişkilidir. Kızarıklık ve kılcal damarlar, güneş hasarı ile ilgili olabileceği gibi, bu tip gıdaların yenilmesiyle tetiklenen rozasea ve lupus hastalığıyla da ilgili olabilir. Bazı gıdaların, mide asidini arttırdığı ya da zaten var olan mide hassasiyetinden dolayı gastrite veya reflü sorununun kronikleşmesine neden olabileceği için yenmemesi tavsiye edilir.
Tiroid hastalıklarında ise ya ciltte kuruma ve pullanma, saçlarda erken beyazlama veya dökülme görülmekte ya da tam tersi ciltte yağlanma, akneye yatkınlık, terleme, bazen de tüylenme olabilmektedir. Benzer şekilde kilo problemi ya da insülin direnci olanlarda, diyabet hastalarında akne veya tüylenme problemi, hatta adet düzensizliği ve saçlarda erkek tipi dökülmeler bile görülebilmektedir. Özellikle insülin direnci olanlarda ve sık sık beslendikleri için sürekli insülin salgılanmasının tetiklendiği kişilerde, insülin hormonunun anabolik (sentezleyen-depolayan) etkilerinden dolayı, derin yağ dokularının, aynı zamanda selülitli görünümün de arttığı bildirilmiştir.
Yediğimiz gıdalar cildimize doğrudan etkilidir. Hatta soğan-sarımsak gibi bazı gıdaların cildimizde kokuya bile yol açabildiğini, adeta içimize işlediğini düşünürsek, beslenmenin cilt açısından ne kadar önemli olduğunu tahmin edebiliriz.
Bu ve benzeri tüm gıdalar ve onların kokulu aromaları, dolaşıma geçmeden önce midede sindirilir, çeşitli enzimlerle parçalanarak önce karaciğere gider, burada tekrar toksinlerinden arındırılır ve kana karışarak ilgili organlara, yani görev yerlerine giderler. Buralarda kullanıldıktan sonra organların boşaltım yollarına verdiği gıda atıkları ise idrar, dışkı ve ter yoluyla, hatta ciltten yağla beraber atılırlar.
Bazı kişilerin yeterli miktarda su içtikleri halde cilt kuruluğundan şikayet etmeleri sık rastlanan bir durumdur. Bu durumda, içilen suyun cilt hücrelerince tutulamaması sorunu olabileceği gibi, altta yatan bir tiroid hastalığı veya hormonal (premenopoz-menopoz) bozukluk söz konusu olabilir. Bazen içilen suyun fazlasıyla atılması da bir problemdir. Bir görüş de yenilen asitli gıdaların cildi hassaslaştırabileceğidir. Çünkü asitli yiyecek ve içecekler kana karışmadan önce karaciğerde alkalize ya da nötralize hale gelmektedir. Bu işlem sırasında daha fazla su kullanılmakta, hücresel düzeyde karaciğerde yağlanma ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle asitli gıda tüketen kişilerin ciltlerinde sebum dengeleri değişebilmektedir. Çoğu kişide, mide asidini arttıran gıdalar tükettiklerinde ciltlerinde akne, rozacea veya yağlanma sorunları yaşamaları, bu bilimsel görüşü kanıtlamaktadır.
Özellikle asitli gıdaların mide asidini olumsuz yönde etkilemesi ve vücudu yorması dışında, bu gıdaların hem organlarda, hem de depolarda daha fazla yağ tutulmasına sebep olması; alkali gıdaların kilo almamıza neden olmayacağı görüşünü destekler niteliktedir.
Kanımızın asit-baz dengesinde bazik tarafta olması, yenilen gıdaların kana karışmadan önce bazik hale (alkali) getirilmesini gerekli kılmaktadır. Alkalizasyon adı verilen bu işlemin de karaciğerde yapılması bu asidik gıdaların fazla tüketilmesi sonucunda karaciğerin yorulmasına neden olmaktadır. Karaciğer yorgunluğu kavramı hücresel düzeyde yağlanmayla sonuçlanabilmektedir. Asitli ve fazla yağlı beslenmenin organların genelinde yağlanmaya neden olması aslında bir koruma mekanizmasıdır.
Bu durumda içtiğimiz suyun pH düzeyinin 7 ve üzerinde olmasına özen gösterelim diye tekrar vurgulamakta fayda görüyorum. Asitli içeceklerden (kahve, çay, alkol, her tür gazlı içecekler ve meyve suları) asgari ölçüde tüketmek ve bunları tükettiğimiz zaman daha fazla alkali su tüketmek tavsiyesiyle önlem almak, ilk önerim olacaktır. Ayrıca detoks içeceklerinin özellikle alkali olmasına özen göstermek, faydadan çok zarar getirmemesine dikkat etmek gerekir.
Metabolizmayı canlandırmak için gıdalardan gereken oranlarda faydalanmak, yani az yağlı yiyerek metabolizmayı daha da yavaşlatmak yerine hayvani yağlardan uzak durup ölçülü oranda bitkisel yağlardan ve balıktaki gibi dengeli omega 3-6 içerikli (deniz balığı olması şartıyla) doymamış yağlardan faydalanmak doğru olacaktır. Hızlanmaya başlayan ve canlanan metabolizmaya, egzersiz yaparak ve belli kas gruplarını düzenli olarak çalıştırarak katkıda bulunmak ve bu hızı devam ettirmek uzun soluklu bir kilo kontrolü sağlayacaktır. Az önce saydıklarımla beraber hem cilde hem de sağlıklı bedene kavuşmada faydalı olan bazı anti-oksidanları ve gıda takviyelerini doktorunuza danışıp periyodik olarak tüketerek ve kendi neslinin en iyisi ve kronolojik yaşının en sağlıklısı olmak elimizde.
Peki Kanımızı Asidik ya da Alkali Yapan Besinler Nelerdir?
Asidik yapan besinler; özet olarak tüm şeker içeren içecek ve yiyecekler, kuru yemişler, köy peyniri, patates, sakatatlar, çoğu etler, kümes hayvanları, kabuklu deniz mahsulleri sayılabilir. Bu saydıklarımdan özellikle karbonhidratlar veya basit şekerler sadece asidik gıda olmalarıyla değil, vücutta enflamasyonu tetikledikleri için de yaşlanmamıza neden olmaktadır.
Alkali yapan besinler; en çok ağırlık vermemiz gereken besin grubudur. Kanımızın da alkali bir yapıya sahip olduğunu düşünürsek, vücudumuzun sindiriminde zorlanmadığı en iyi besinler olarak düşünebiliriz. En alkali besin olan anne sütünden sonra yeşil sebzeler, soya filizi, salatalık, domates (ne yazık ki eski tohumlardan olanlar için geçerliydi), dolmalık biber, deniz sebzeleri, brokoli, lahana, maydanoz, yeşil fasulye, ıspanak, sarımsak, karalahana, hindiba, brüksel lahanası, bamya, pırasa, roka, hardal, kabak, su teresi, frenk soğanı, avokado sayılabilir.
Burada önemli olan, sindiriminde asidik bir ortam sağlayan proteinlerin genel beslenmemizde % 20 – 25 civarında yer almasıdır. Mümkün olduğunca, protein tüketimi gerçekleştirildiğinde yeşil sebze ve salata türlerinin de birlikte tüketilmesine özen gösterilmelidir.
Yağ Alımını Sıfırlamayınız. Kaliteli Yağ Tüketiniz.
Oksijen ve sudan sonra, sağlıklı ve formda bir vücut için en önemli unsur yağdır. Hücre zarlarının ve hücrelerin enerji üretebilmesi ve işlevi için yağlar çok önemlidir. Özellikle sinir hücrelerinin işlevinde, dolayısıyla beyin işlevlerinde de yağların çok önemli bir rolü vardır.
Tüketilmesi gereken yağların başında, tekli doymamış yağlar, çoklu doymamış yağlar ve temel yağ asitleri olarak bilinen omega - 3 ve omega - 6 yağları olmalıdır. Özellikle ülkemizde sızma zeytinyağları çok iyi, ayrıca organik olan tereyağının da sağlıklı yağlar arasında olduğunu söyleyebilirim.
Yağlar ve temel yağ asitleri olarak bilinen omega - 3 ve omega - 6 yağları olmalıdır. Özellikle ülkemizde sızma zeytinyağları çok iyi, ayrıca organik olan tereyağının da sağlıklı yağlar arasında olduğunu söyleyebilirim.
İdeal Sağlık ve İdeal Kilo için Suya İhtiyacınız Var!
Eğer yeterince su içmezseniz şişmanlarsınız. Kilo başına 35 ml. su içmek metabolizma için faydalıdır.
Yediğimiz bazı besinlerin vücudumuzda asidik bir ortam oluşturduğunu artık biliyoruz. Kanımız asidik bir dolaşım sağladığında tüm vücudumuz ve organlarımız bundan olumsuz etkilenir. Vücut bu asidik ortamdan kendini korumak için yağ hücrelerinden destek almaya başlar ve dolayısıyla yağlanmaya eğilimimiz artar. En önemlisi, vücudumuz suyu, asitleri ve atık maddeleri idrar, ter ve bağırsak yoluyla atabilmek için kullanır. Vücut asitli ortamı temizleyemezse yağ depolama durumuna geçiş yapar.
Her şeyden öte hafif bir susuzluk bile metabolizmayı % 3 oranında yavaşlatmaktadır.
Alkali Suyun Önemi
Saf, damıtılmış suyun pH’ı ortalama 7 olarak bilinmektedir. 7’nin üzerindekiler alkalidir ve asidik suya oranla daha verimlidir. Fakat alkali sudan tam olarak faydalanmak için, sizi şişmanlatan asitleri nötrlemesi adına “bazen” kürler halinde pH’ı en az 9,5 seviyelerinde olan sular tüketilebilir. Bu kürlerin bir haftayı aşmamasında fayda vardır. Genelde, ciddi obezite ve sağlık durumları karşısında, pH’sı 11,5 -12’lere kadar olan suların içilmesi tavsiye edilmektedir. Ancak yine de kendi doktorunuzun bilgisi ve kontrolünde olmanızı tavsiye ederim. Çünkü bu tür alkali su kürleri de kür süresi ve suyun içilme miktarı açılarından kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir.
Ramazan ayı içerisinde, 2 gün süren Hazırlık Dönemi olarak adlandırdığımız “detoks günleri” uygulanamayacağı için, oruç tutanların metabolic balance programına başlaması mümkün değildir.
Ancak metabolic balance programına başlamış olanların, günlük olarak, 3 öğünde tüketmeleri gereken besin miktarlarını 2 öğün olarak planlayarak programı sürdürmeleri mümkündür. Başka bir deyişle; öğlen ve akşam öğünlerindeki protein ve sebze miktarları, %50 civarında arttırılarak iftar ve sahurda tüketilebilir.
Zaten koruma dönemine geçtiğimizde, haftada 1 ya da 2 gün, sadece 2 öğün yemekle yetinilmesi metabolic balance’ın önerileri arasında yer alıyor. 2 öğün yendiğinde, öğün aralarının uzaması nedeniyle elde edilen uzun süreli düşük insülin düzeyi sayesinde hem yağ yakımı, hem de hormonların salgılanması artmaktadır.
Günümüzde unuttuğumuz geleneksel beslenme tarzımızda, cilt güzelliğini sağlamak amacıyla haftada 2 gün, sadece 2 öğün yenilmesinin arkasında yatan bilimsel temel de budur: Elde edilen düşük insülin düzeyi sayesinde anti-aging hormonların salgılarının artması ve cildin daha nemli, gergin ve pürüzsüz olması.
Elbette içilmesi gereken günlük su miktarı da, iftar ile sahur arasında kalan zaman içerisinde muhakkak tüketilmelidir! Unutulmamalıdır ki; ortalama kg. başına 35 ml. olarak hesaplanan günlük su ihtiyacı, sadece kilo vermemiz için değil, metabolizmamızın ideal biçimde çalışması, hücre ve dokular düzeyinde kuruma olmaması ve böbreklerin normal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için gereken miktardır.
Ramazan ayı boyunca; metabolic balance®’ın 8 ana kuralının sadece 2’sinde değişiklik yaparak üç öğünü ikiye indiriyor, öğünler arasındaki 5 saatlik arayı da uzatmış oluyoruz. Elbette saat 21.00’den sonra bir şey yememe kuralı da, iftar ve sahur saatlerine uyacağımız için geçersiz oluyor. Diğer kurallar ramazanda da aynen geçerli! Yine öğünlerimize bir lokma proteinle başlıyoruz, her öğünde tek çeşit protein tüketiyoruz, öğünümüzü 1 saat içinde bitiriyoruz, muhakkak günde 1 elma yiyor, suyumuzu bolca içiyoruz.
Elbette, Ramazan sofralarında yüksek glisemik indekse sahip olan tatlılar, unlu gıdalar, asitli içecekler gibi insan metabolizmasına zarar veren gıdalara yer vermeyerek, sadece Metabolic Balance’a uymuş olmaz, aynı zamanda nefsimizi terbiye etmemizi sağlayan Ramazan ayının temel felsefesine de uygun bir tarzda beslenmiş oluruz.
Dr. Betül ŞENGÖR