Metabolic Balance beslenme ve metabolizma programı, 10.000'den fazla bireysel veriye dayanmaktadır.
Aşağıda farklı korelasyonları göstermek için üç örnek verilmiştir.
Bu önerilerin ve korelasyonların bazıları kesindir bir kısmı da sadece diğer bilgilerden ve etkileşimlerden yola çıkılarak belirlenebilir niteliktedir.
Kanda glikoz düzeyi normal olduğu halde trigliserid düzeyinin yüksek olması, erken önlem alınmadığı takdirde o kişide er geç diyabet gelişeceğini gösterebilir.
Bu, 4 ila 20 yaşları (yaş ortalaması 11.3 ile 12.8) arasında, BMI’leri 18.4 (normal ağırlık) ila 40.6 (ağır kilo) arasında olan, 4 gruba ayrılmış 439 sağlıklı çocuk ve ergenle yapılan bir çalışmayla gösterilmiştir.
Dört grubun tümü de aynı açlık kan şekeri seviyesine sahipken, BMI’si en yüksek olan gruptakilerin insülin değerleri, diğerlerine oranla 4 kat fazlaydı. Bu da, kan şekeri düzeyini dengede tutmak için pankreastan 4 kat fazla insülin salgılanması gerektiğini gösteriyor.
Bunların tümünün açlık kan düzeyleri olması, yemekten sonraki insülin düzeylerinin 8 ila 10 kat fazla olduğu anlamına gelir. Bu çocukların her birinde, ileriki yıllarda pankreas yetmezliği oluşacağını söylemek mümkündür.
Fazla kilolu gruplardaki trigliserit düzeylerinin, normal ağırlıktakilerin iki katı olduğu görülmüş, bu da obezite ve ardından ortaya çıkan insülin direnci konusunda çok iyi bir gösterge olmuştur.
Öte yandan iyi kolesterolün (HDL) normal kilolularda (ortalama 58,8), fazla kilolulara oranla (ortalama 39,9) çok daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Özellikle dikkat çekici olan bir diğer öge de, iltihaplanma konusunda önemli bir gösterge olan CRP (c-reaktif protein)’nin fazla kilolularda, normal kilolulara oranla 33 kat yüksek olmasıdır.
Kandaki kolesterol besinlerden de alınmakta, ancak hücre zarının önemli bir bileşeni olduğu için, büyük kısmı vücudun kendisi tarafından üretilmektedir. Kolesterol ayrıca östrojen, testosteron gibi hormonların yanı sıra safra asitleri ve D vitamini sentezi için de gereklidir. Düzgün çalışan bir metabolizmada kolesterolün dışarıdan alımı ile vücutça üretimi birbiriyle dengelidir.
Vücudun kendi kolesterol üretme mekanizması, yağların, proteinlerin, özellikle de karbonhidratların vücutta metabolize edilmesi sırasında ortaya çıkan bir ara ürün olan Acetyl-CoA sayesinde gerçekleşir. Glikojen depoları dolu olduğunda, eğer vücut ek bir enerjiye ihtiyaç duymuyorsa üretilen fazla Asetil-CoA, HMG-CoA'ya (3-hidroksi-3-metilglutaril-koenzim A), ardından HMG-CoA, mevalonik asit yardımıyla redüktaz enzimi tarafından kolesterol ve koenzim Q10'a dönüştürülür. Koenzim Q10, hücrenin enerji santrali olan mitokondride gerçekleşen karbonhidrat ve yağ yakımı için gereklidir.
Kolesterol yüksekliği nedeniyle statin alındığında, yalnızca vücudun kendi kolesterol üretimi değil, aynı zamanda koenzim Q10 üretimi de bloke olur, bu da metabolizmanın yavaşlamasına yol açar.
Kolesterol içeren yiyecekleri azaltmak (et, balık, tereyağı, yumurta vb.) total kolesterolünüzü düşürmez. Aslında, beslenmedeki karbonhidrat içeriğinin %55’ten %40-45'e düşürülmesinin, sadece birkaç hafta içinde total kolesterol seviyesini önemli ölçüde azaltabildiği görülmüştür.
Kandaki ürik asit düzeyi; atılımın azalmasına, beslenme yoluyla fazlaca alıma veya hücre hasarı sebebiyle kendiliğinden üretimin artmasına neden olabilir. Yüksek düzeydeki ürik asit, böbrek taşı veya gutla sonuçlanabilecek kristalleşmeye neden olur.
Artan ürik asit seviyesinin aşırı et tüketiminden kaynaklandığı varsayımı sebebiyle, kişiye lakto-ovo-vejetaryen (süt, süt ürünleri ve yumurta tüketilen vejetaryen beslenme tarzı) beslenmeye geçmesi önerilebilmekte, protein alımı için az yağlı süt, süt ürünleri ve yumurta tüketilmesi tavsiye edilebilmektedir. Bu durumda kırmızı et ve et ürünleri, balık ve şarküteri ürünlerinin sadece küçük miktarlarda yenilmesi, sakatatlar, uskumru balığı ve kümes hayvanlarının ise hiç tüketilmemesi söylenmektedir.
Böyle bir tavsiye tamamen ürik asidin dışarıdan alındığı durumlara odaklanmakta, vücudun kendi metabolizması ve ürik asit üretimi tamamen göz ardı edilmektedir. Vücutta ürik asidin çoğu, kas hücrelerindeki proteinin parçalanarak glikoza dönüştürülmesi sürecinde üretilir. Glikoneojenez olarak adlandırılan bu mekanizmaya, bir dereceye kadar normal sayılan bir metabolik süreçtir.
Vücut hücrelerindeki kan şekeri seviyesi, örneğin beslenme eksikliğinin bir sonucu olarak düşerse, vücut enerjisini proteinin tekrar glikoza ya da yağların ketonlara dönüştürülmesiyle sağlayabilir. Fazla miktarda karbonhidrat tüketenlerde metabolizma, yağlardan enerji sağlama yeteneğini kaybederek hızla enerji kazanımını sağlayan proteini glikoza dönüştürme yoluna gider ve bunun sonucunda da ürik asit üretimi artar.
Glikoneojenez, artan ürik asit seviyelerinin asıl nedenidir. Bu açıdan bakıldığında, düşük karbonhidrat tüketilen ve metabolizma için en uygun şekilde düzenlenmiş bir beslenme tarzı, vücuttaki fazla ürik asidi parçalamak için en doğru yoldur.
Ürik asit seviyelerinin yükselmesinin diğer nedenleri: